Sahte Peygamberler
Allah'a karşı yalan uyduran, yahut kendisine hiçbir şey vahyolunmadığı halde: "bana vahyedildi" diyen ve: "Allah'ın indirdiği gibi bir kitap da ben indireceğim" diye iddiada bulunandan daha zalim kim olabilir? O zalimlerin halini ölüm şiddeti içindeyken bir görsen! Melekler onlara ellerini uzatırlar ve:" Ruhunuzu teslim edin. Bugün, Allah'a karşı haksız şeyler söylediğinizden ve O'nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız" derler. [a]
Tarih boyunca dünyanın birçok ülkesinde zaman- zaman sahte peygamberler türemiştir. Bunlar, şizofrenik kişilik yapısında, eski deyimle “cinlenmiş” “çarpılmış” insanlardır. Bu insanlar, kendilerinin peygamber, elçi veya kurtarıcı olarak gönderildiklerini zanneder. Ne yazık ki bu tip insanlar, kolaylıkla kendilerine yandaş bulabilirler. Üstelik bu hezeyânlarına yanlarında topladıkları kişileri de inandıracak kadar zeki olurlar.
Ruh doktorlarına göre şizofrenler, kendi zihinlerinde yarattıkları dünyalarına, yanlarındakileri de çekme kabiliyetine sahip olabilirler. Gerçeği değerlendirme yeteneğini kaybeden bu kimseler, kendi gerçekliklerini yaşarlar. Olayları daima kendi gerçeklerine göre yorumlarlar ve aksi ispat edilse dâhî, buna asla inanmazlar. Böylece -tıpkı bulaşıcı bir hastalık gibi, bulaştıkları insanlar da, şizofrenik bir gerçeklik duygusuna kapılırlar. Bu insanların zihinleri de allak bullak olup, kendi hayal dünyalarında bir yaprak gibi oradan oraya sürüklenirler.
Bu insanlar sadece kendilerine değil, bazen de tüm ülkeye zarar verirler. Bunlar kendilerinin dünyaya kurtarıcı olarak geldiklerini sanmaktadırlar.
Günümüzde buna benzer pek çok “cemaat, tarikat ve külte” tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de rastlamak mümkündür. Örneğin dünyada, “Moon tarikatı” ve “Scientology” gibi, her ülkenin kendi inançlarına, kültürüne ve geleneklerine göre insanları etkileyerek, inançlarını kullanarak kendilerine yandaş toplayan tarikat örnekleri bulunmaktadır. Bu tarikatlar sadece inanç üzerinden insanları etki altına alabilmektedirler. Bunun adına ister “satanizm” deyin, ister “New Age” ya da “Uzay Tarikatı” deyin. Bu akımların tamamı bir şekilde maneviyata ve inanç sömürüsüne dayanmaktadır. Gerçek şu ki; maddesel olan hiçbir şey ile insanları robotlaştırıp etki altına bu denli alamazsınız. Sadece Allah korkusuyla veya bir takım metafizik yöntemlerle insanları gönüllü köleler haline getirebilirsiniz…
Bu tarikat düzenlerinin tamamında “Altın Çağ” vaat edilmektedir. Kendilerinin Allah'ın askerleri olduklarına inanmaktadırlar. Kendilerinin seçilmiş kullar olduklarını ve çok özel insanlar olduklarını sanmaktadırlar. Bazıları da “uzaydan veya bazı gezegenlerden” geldiklerini sanmaktadırlar.
Yani bir şekilde kendilerinin dünyaya hakim olacak “Altın çağın önderleri” olduklarını sanmaktadırlar. Bazıları da, tıpkı “Sahabeler ya da Havariler” gibi olduklarını düşünmektedirler.
Bu şizofren kişilikli insanlar tarih boyunca var olmuşlar ve var olmaya da devam edeceklerdir. Bunun için doğruları ve yanlış insanları ayırt etmek aslında çok da zor değildir. Sadece akılcı düşünmek ve kişilerin ruh dünyalarını, hayatlarındaki çelişkileri, nasıl bir çocukluk geçirdiklerini ve mevcut yaşam tarzlarını biraz incelediğimizde, zaten Allah dostu mu yoksa Allah'ın adıyla insanları kandıran şarlatan mı oldukları anlaşılacaktır.[1]
Her Sahte Peygamber, Vahiy Aldığını İddia Etmiştir
Tarih boyunca "vahiy aldığı"nı iddia eden pek çok insan çıkmıştır. Onların tamamının "yalan söylüyorlar!" gerekçesiyle, bu "rahatsızlığı" teşhis edemediğimiz anlamını taşır. Hayır, bizce de çoğu doğru söylüyor onların. Vahiy aldığını iddia eden sahte peygamberler, bir yerlerden mesaj alıyorlar, birileri onlara geliyor. Ama kimler?
İşte işin püf noktası da burada: Bu sorunun en doğru cevabını Kurân-ı Kerîm'de buluyoruz: Şeytanlar! Evet, Kur'an'a göre şeytanlar da "vahyediyor", yani birilerine "mesaj getiriyor", o zavallılar da; "Bize vahiy geldi!" deyip çıkıyorlar ortaya. Doğru söylüyorlar, bir "vahiy" gelmiştir; fakat ilâhî bir vahiy değil, "şeytânî bir vahiy". Tıpkı Kurân-ı Kerîm'in dediği gibi:
"Ve bu şekilde Biz, bir diğerine aldatıcı yaldızlı sözler vahyeden insan ve cin Şeytanlarını her bir peygamberin (mirasına) musallat ettik." [b] [2]
1. Müseylimetü'l-Kezzâb
Peygamberlik iddiasında bulunanların en başında gelenler, yarımadanın kuzeyinde isyan eden Tuleyha ile orta kesimlerinde ayaklanan Müseylime idiler. Yemame kabilesinden olan Müseylime, daha Hazreti Muhammed'in sağlığında peygamberliğe kalkışmış, hastalandığını öğrendiği Hazreti Muhammed'e bir mektup göndererek "Allah, peygamberlikte beni sana ortak kıldı." demiş ve "dünyayı aralarında paylaşmayı" teklif etmişti. Müseylime, Hazreti Muhammed'in "Ey, Müseylemetü'l-Kezzáb!" yani "Ey yalancı Müseylime!" diye başlayan cevâbî mektubundan sonra, İslam tarihine bu sıfatla girmişti.[3]
Asıl adı İbn Habib el-Hanefi (öl. 12/633 m.) olan Müseylime'ye, "müslümancık" anlamına gelen bu adı daha Rasulullah'ın hayatında Müslümanlar vermiştir. Demek ki onu tekfir etmek ya da Müslüman saymak dışında, el-Hanefi'nin durumu belirginleşinceye kadar ara bir form olarak kullandılar. "Müseylime" adını, Hz. Peygamber'in, o ve onun gibi peygamberlik iddiasıyla çıkan Esved Ansi hakkında şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Rüyamda, dünyanın hazineleri bana getirildi. Avucuma iki altın bilezik kondu. Onları gözümde büyüttüm (bir rivayette 'beni tedirgin etti') 'Onlara üfle' diye vahyolundu. Üfledim, gittiler. Bunu, iki yalancının çıkacağına yordum." Haberin râvisi Abdullah b. Abbas dedi ki: "Onlardan biri Firuz'un Yemen'de öldürdüğü (Esved) el-Ansi, diğeri Müseylime'dir." [c]. Esved el-Ansi'nin oğlu Umeyr Buhârî'nin râvileri arasında yer aldığına göre, babası oğlunu dahi kendisine inandıramamış olsa gerektir. [ç] Hz. Peygamber, Müseylime ile Medine'de karşılaştığında, ona "Sen, rüyâmda gördüğüm kişisin." diyecektir. [d]
Müseylime, Hz. Peygamber'in peygamberliği de dahil hiçbir iman esasını inkâr etmiyordu. O, Hz. Peygamber'in dinde birtakım 'reformlar' yapıyordu. Kendi toplumuna şarabı ve zinayı helal kılıyordu. [e] Oruçta hatırı sayılır bir indirime giderek, orucu bir gün ve geceye indirmişti. Mescitlerinde ibadet ediliyor, taraftarları ibadetlerinde kendisine geldiğini iddia ettiği seçili sözleri okuyorlardı. Bunlardan ilginç örnekler kaynaklarda yer almıştır. Hz. Ebubekir, Hanifeoğullarına baş eğdirdiğinde, onlardan "Müseylime'nin Kurânı"ndan bazı şeyler okumalarını istedi. Onlar okudular:
«Fil
Öyle ya
sen filin ne olduğunu nereden bileceksin
onun uzun bir hortumu var!»
Şu örnek daha ilginç:
«Siz ey iki kurbağanın kızı kurbağalar
Suyunuz temizlendi
Suyu kirletemezsin
içeni engelleyemezsin
Başın suda, kuyruğun çamurda
Toprağın yarısı bizim yarısı Kureyş'in
ama Kureyş saldırgan bir toplum.»
İşte bir örnek daha:
«Ekini ekenlere
ürünü biçenlere
dâneyi savuranlara
un öğütenlere
ekmek pişirenlere
tirit yapanlara
donmuşunu da erimişini de silip süpürenlere yemin olsun
Yüncü bedevilere ve sizden önceki medenilere üstün kılındınız
Arkadaşınızı koruyun
Yardım dileyeni barındırın
İsteyenin işini görün.» [f]
2. Secâh
Peygamberin vefatından sonra genişleyen ayaklanmalar, ilk İslam Devleti'ni bir hayli meşgul etti. Tuleyha'nın ayaklanması devam ederken Temim kabilesi de karışmış, kabile liderleri arasında Ebubekir'in hiláfetini kabul edip etmeme konusunda kararsızlık baş göstermiş ve Halife'ye gönderilmesi gereken zekát ile vergi gönderilmemişti.
Ayaklanmanın öncülüğünü, kabilenin güçlü liderlerinden olan Málik bin Nüveyre yapıyordu. İşte, tam o sırada, ortaya Háris kızı Secâh adında Hıristiyan bir kadın çıktı; "Allah peygamberleri neden sadece erkeklerden göndersin ki? İşte şimdi de bir kadını görevlendirdi." diyerek peygamberliğini ilán etti ve kendisine bağlı olan dört bin kişiyle beraber Medine'ye, Hazreti Ebubekir'in üzerine yürümek üzere yola çıktı. Bu arada Temim kabilesinin liderleriyle temas kurdu, "Katliama hazırlanın ve sizden olmayanların tamamını öldürmekten çekinmeyin." diye haberler gönderdi. Kabilenin liderlerinden destek vaadi alan Secâh yoluna devam ederken Yemáme taraflarında daha önceden peygamberliğini ilán etmiş olan Yalancı Müseylime ile karşılaştı ve her iki sahte peygamber hiç beklenmedik bir iş yaptılar ve evleniverdiler! [3]
Taberî, bu buluşmanın ayrıntılarını nakleder:
Müseylime, Secâh'ı onun için kurdurttuğu görkemli bir çadırda ağırladı. Onu peygamberlik iddiasından vazgeçirmek için şu vaadi yaptı: "Sen, bu işten vazgeçersen; Allah, sana Kureyş'in payına düşen yarıyı verir." İlginç olanı, birbirlerine gelen "vahyi" (!) öğrenmek istemeleriydi. Müseylime, Secâh'a; "Sana ne vahyediliyor?" diye sordu. Kadın, "Kadınlar, önce başlar mı? Sen söyle bakalım sana ne vahyolduğunu?" dedi. Müseylime, şu cevabı verdi:
«Baksana Rabbine / hamile kadına ne yaptı / Vahşice vuruşların peşinden yılan gibi akan canlı bir varlık çıkardı.»
Secâh, "Ee, daha ne olmuş?" dedi. Müseylime, devam etti:
«Bana şöyle vahyolundu: Allah kadınları öbek öbek yarattı / Erkekleri onlara eş yaptı / Onlara bir şey geçiririz / Dilediğimiz zaman da çekip çıkarırız / Bizim için yavru imal ederler."
Secâh, dedi ki: "Senin peygamber olduğunu şehadet ederim!" Müseylime: "Benimle evlenir misin? Böylece, senin ve benim kavmim sayesinde Arapları yemiş olurum!" dedi.
Taberî bu hikâyenin sonunda Müseylime'nin "ümmetine" (!) şu talimatı verdiğini nakleder: "Allah'ın elçisi İbn Habib -Müseylime-, size Muhammed'in getirdiklerinden ikisini yükledi: Yatsı namazı ve sabah namazı." [g]
3. Tuleyha el-Esedî
Tuleyha el-Esedî de kendisine vahiy geldiğini iddia ediyordu. Yeğeni Habbal'i Hz. Peygamber'e göndererek kendisine Zunnun isimli bir meleğin vahiy getirdiğini iddia etmişti. [ğ] Tuleyha'ya geldiği iddia edilen vahiyden işte bir örnek:
«Güvercin, kumru ve göçmen kuşu çorak toprağa aittir / Sizden yıllarca önce kendilerini tutacak / Meleğimiz Irak ve Suriye'ye varacak.»
İslâm ordusuyla savaşa girmeden hemen önce taraftarlarına kendisine son gelen "vahyi" (!) şöyle haber veriyordu:
"Bana, tutacak yeri olan bir değirmen taşı yapmanız emredildi; Allah, atacağı şeyi oraya atacak!» [h]
İbnu'l-Esir, Tuleyha'nın Hz. Peygamber'in kıldığı namazda yaptığı 'reformu' şöyle haber verir: 'Onlara, namazda secdeyi terk etmelerini emreder ve şöyle derdi: "Allah yüzünüzü toprağa sürmenize, arkanızı dikmenize değer vermez. Allah'ı zikredin, ona ayakta ibadet edin." [ı]
4. Esved el-Ansi
Esved el-Ansi ' öl. 10 h.) ise, öteden beri bir kâhin-şair olarak bilinirdi. Çoğu kâhin-şair gibi o da gizemli şeylerle ilgileniyordu. Onun vahiy aldığını iddia edip ortaya çıkması da Hz. Peygamber daha hayattayken vuku bulmuştur. Esved el-Ansi de, peygamberlik iddiasında bulunan diğerleri gibi iman esaslarına değil, şer'i hükümlere yönelik düzenlemelere gidiyordu. İki kız kardeşin aynı anda aynı kişinin nikâhında birleşmesini yasaklayan Kur'an hükmünü [i] geçersiz ilan ediyordu. [j]
Vahiy aldıklarını iddia eden bu insanların tümünde birtakım ortak özellikler görüyoruz:
- Hiçbiri de Allah'ı inkâra ya da şirke çağırmıyorlar.
- Rasulullah'ın peygamberliğini reddettiklerine dair herhangi bir habere rastlamıyoruz.
- Hiçbiri imanla ilgili bir esası reddetmiyor, bir başka akideye çağırmıyor.
- Hepsi de, kendilerine vahiy geldiği iddiasıyla çıkıyorlar.
Özetle onlar, yepyeni bir tezle çıkmak yerine, son peygamber ve onun tebliğ ettiği son vahyin kopyası olmak için çırpınmışlardı. Fakat bunu da beceremedikleri, yukarıda verdiğimiz örneklerde açıkça görülmektedir. O günkülerin beceremediğini, bugünküler beceriyor mu dersiniz? [2]
Gerçek peygamberlerle Sahte Peygamberlerin Farkı
Gerçek Peygamberlerin Özellikleri
- Tüm peygamberler; Allah tarafından günaha ve çirkin utanmazlıklara karşı korunmuşlardır.
- Dolayısıyla Peygamberler asla nefislerine göre yaşamazlar, hevâ ve heveslerine göre konuşmazlar.
- Peygamberler asla yalan söylemezler.
- Peygamberler asla zina yapmazlar, haramlara yaklaşmazlar.
- Peygamberler güvenilir olurlar, bu güveni tüm topluma yansıtırlar.
- Peygamberler hal ve tavırlarıyla insanları etkilerler.
- Peygamberler mütevazı ve ölçülü olurlar, israftan ve abartıdan kaçınırlar.
- Peygamberler asla kendilerini ilahlaştırıp putlaştırmazlar.
- Peygamberler büyüklenmekten kaçınır kendilerini diğer Peygamberlerle kıyaslamaz, mübarek insanları hürmet ve tevazu ile yad ederler.
- Peygamberler Allah'tan başka kimseden korkmazlar.
- Peygamberler onurlu ve şerefli olurlar.
- Peygamberler yokluğun da varlığın da Allah'tan geldiği bilinciyle yaşarlar.
Sahte Peygamberlerin özellikleri
- Nefsine göre yaşarlar.
- Kurân'ı kendi çıkarlarına göre yorumlarlar.
- Zînâ yaparlar.
- Güvenilir olmazlar.
- Çıkar ve menfaat peşinde koşarlar.
- İkiyüzlü ve yalancı olurlar.
- Kendi çıkarları için sağa sola iftira atarlar.
- Kendilerine ilahlık verirler.
- Haşa, kendilerini dolaylı bir şekilde Allah'ın önüne koyarlar.
- İnsanları etki altına alıp, sadece kendilerine bağlarlar.
- Lüks içinde yaşarlar.
- Dünya çapında ün ve şöhret sahibi olmayı isterler.
- Yoksul ve yetimlere yardım etmezler.
- Ülke hayrına hiç bir şey yapmazlar.
- Kendilerini insanlardan ve diğer peygamberlerden üstün görürler.
- Şeytanın etkisinde oldukları için onun karakterini sergilerler; övülmekten hoşlanır, kendilerini ön plana çıkarır, israf eder, yalancı ve ikiyüzlü olurlar ve Allah'ın adıyla insanları aldatırlar. [1]
İslam'da Resulluk ve Peygamberlik, Son Peygamber Hz.Muahmmed'le Son Bulmuştur
Son zamanlarda kendilerini Müslüman olarak tanımlayan bazı kimseler tarafından en fazla en fazla çarpıtılmaya çalışılanlar ve İstismar edilen Kur'an kavramları arasında Resûl ve Nebi kavramları gelmektedir. Peygamberimiz Muhammed'den sonra Müslüman ve Mümin olmayı kendi nefisleri için yeterli görmeyen bazı kimseler özellikle kendileri için Mehdi veya Resûl unvanlarını yakıştırmakta ve o şekilde kendilerini tanıtmaktadırlar, Mehdilik Kur'an'da yer almayan boş bir iddia olduğundan bunu burada konu etmeyeceğim, Resûllük ise Kur'an kavramları arasında olduğundan Nebilik kavramıyla birlikte ele alıp Kur'an ölçüsüne göre tanımlamaya çalışacağım ve görülecektir ki, Peygamberimiz Muhammed'den Sonra dini tebliği bazında Resûllük iddia edenler çok derin bir sapma içerisinde oldukları gibi, Kur'an'da tanımlanan Nebiliğe bağlı Resûllük kavramından da çok uzaktırlar. [4]
İrsal herhangi bir varlığı herhangi bir görevle bir yerden bir yere göndermek demektir, Resûl ise şahıs bazında bu irsal ile ilgili görevi yüklenen kimsedir. Yüklenilen görev dini tebliğ bazlı olabileceği gibi dini tebliğ bazlı olmayan bir görevde olabilir. İrsalin Allah tarafından yapılmış olması durumlarıyla ile ilgili olarak, Kurân'dan mealen:
- Ve onların üzerlerine bölük bölük kuşlar gönderdi (ersele-irsal etti). [k]
- Ve o bir Yüce Yaratıcıdır ki, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderir (Yursilü-irsal eder). Nihâyet rüzgârları ağır ağır bulutları yüklenince biz onu bir ölmüş ülkeye sevk etmiş oluruz. Derken onunla su indirmiş, sonra da onunla her çeşit meyveleri meydana çıkarmış oluruz. İşte böylece ölüleri de çıkarırız. Gerektir ki, siz düşünüp ibret alasınız. [l]
- (Ve o, o) Kerim zat (tır ki: Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderdi (ersele-irsal etti) ve gökten tertemiz bir su indirdik. [m]
Yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi Allah tabiat kuvvetlerinden de irsalde bulunmaktadır. Meleklerin irsal edilmesi, Kurân'dan mealen:
- (İbrahim peygamber) Ve dedi ki: Ey elçiler! (eyyühel mürselün). Artık işiniz nedir?. [n]
- Dediler ki: Muhakkak biz, suçlu olan bir kavime gönderilmişizdir (ursilne). [o]
-Cibril- dedi ki: Ben sana bir tertemiz oğul bağışlamak için, Rabbin ancak bir Resûlüyüm. [ö]
- Ve o kullarının üzerinde tasarruf sahibidir. Ve sizin üzerinize hafaza meleklerini gönderir (yursilu). Nihâyet sizden birinize ölüm gelince onun canını bizim gönderdiğimiz Resûller (rusûlune “melekler” ) alırlar, ve onlar vazifelerinde kusur etmezler. [p]
Allah tarafından irsal edilip Resûl olarak tanımlanan can alıcı görevliler, meleklerdir, Kurân'dan mealen:
- Bunun sebebi şudur ki: Onlar, Allah'ın indirdiğini hoşlanmayanlara dediler ki: Biz size bâzı emirde itaat ederiz. Halbuki, Allah onların bütün gizli konuşmalarını biliyor. [r]
- Artık melekler, onların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları vakit hâlleri ne olacak?. [s]
Görüldüğü gibi gerek İrsal gerek Resûllük Dini Tebliğle ilgili olmadan da Kur'an'da tanımlanmaktadır, bu tür görevlendirmeler tabii olarak kıyamete kadar sürecek olan olaylardır, bundan dolayıdır ki Resûllük olayı son bulmayarak kıyamete kadar sürüp gidecektir, Resûllük olayı son bulsaydı, örnegin: tabiat olayları duracağı gibi hiç kimsede ölmeyecekti. Bundan dolayıdır ki, Allah Kuran'da Nübüvvetin son bulduğunu bildirmesine rağmen Resûllüğün son bulduğunu bildirmemiştir. Kurân'dan mealen:
- Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir; ancak o, Allah'ın Resûlü ve Nebilerin sonuncusu'dur. Allah her şeyi bilendir.
İşte konunun hassas tarafı burasıdır, o zaman Nebilik ne demektir ?
NEBE ve NEBİLİK KAVRAMI
Nebe, haber demektir, Nebi ise Allah tarafından görevlendirilip gönderilen yani İrsal edilen şahsın, Vahiy yoluyla kendisine bildirilen Dini bilgileri başka bir ifadeyle dini haberleri tebliğ edip bizzat bildiren kimse demektir. Dolayısıyla her Nebi, Allah tarafından gönderilmiş olduğundan Resûldür, bu Risaletin içeriği dini vahiy ve bu dini vahyin tebliği olayıdır, bu dini vahiy bizzat Resûl tarafından birebir tebliğ edildiğinde, bu konumundan dolayı yani bire bir tebliğden dolayı Nebilik vasfını almaktadır, yoksa sırf Risaletten dolayı değil, bizzat kendisi tebliğ edemiyorsa getirdiği mesaj başkaları eliyle ulaştırılıyorsa bu durumda tebliğ edilenlere ulaşan mesaj yalnız Risâlet yoluyla ulaşıyor demektir, Risaleti ulaştıranlar Resûl vasfını kazanmaz, Resûllük vasfı her durumda yalnız Allah tarafından Resûl olarak görevlendirilen şahsa aittir. Bundan da anlaşılacağı gibi her Nebi aynı zamanda Resûldür fakat her Resûl Nebi değildir. Kur'an'a göre Peygamberimizin vefatıyla birlikte Nebilik son bulduğundan buna bağlı olarak, hiçbir kul Allah tarafından dini tebliğ göreviyle irsal edilmez, başka bir ifadeyle dini tebliğ bazlı Resûllükte son bulmuştur. Bunun aksine olarak bir kişi çıkıp ta ben Resûlüm, Allah tarafından dini tebliğ etmekle görevlendirildim demesi halinde bu şekilde dini tebliğ görevi Nübüvvet olduğundan, Nübüvvetin son bulduğunu bildiren ayeti inkar ettiği gibi, Allah, tarafından irsal edilmemiş olmasına rağmen Resûllük iddia etmekle de Allah adına yalan iftira etmektedir, Allah adına yalan iftira edenler ise Kur'an'da en zalim kimseler olarak tanımlanmışlardır, Kurân'dan mealen:
- Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendisine bir şey vahye dilmemiş iken "Bana vahyolundu" diyenden ve "Ben de Allah'ın indirdiği gibi indireceğim!" diyenden daha zalim kim olabilir? O zalimler ölüm dalgaları içinde, melekler ellerini uzatmış: "Haydi canlarınızı çıkarın, Allah'a gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslamanızdan ötürü, bugün alçaklık azabıyla cezalandırılacaksınız!" (derken) onların halini bir görsen! [ş]
Risalet görevi ve buna bağlı Nebilik görevi doğrudan ve açıktan Allah tarafından görevlendirilen şahsa bildirilmek suretiyle verilen görevlerdir, kişinin kendi nefsi için hayalinde oluşturduğu veya kendi şahsına yakıştırdığı görevler değildir. Nebilik göreviyle Allah tarafından irsal edilen başka bir ifadeyle Resûl olarak gönderilen şahsa bu görevi somut olarak bildirilir. Önemine binaen tekrar edecek olursam; Peygamberimizin vefatıyla birlikte Nebilik son bulduğundan Nebilik yüklenicisi Resûllükte kıyamete kadar son bulmuştur. Bunun dışında Resûllük iddia eden kimselere sen neyin Resûlüsün; hangi görevle irsal edildin diye sormak lazımdır, eğer dini tebliğle irsal edildim der ise iddia ettiği şey Nebilik olduğundan daha öncede belirttiğim gibi bu konudaki Kur'an ayetini inkar ettiği gibi, Allah'tan bir görev almamış olmasına rağmen, aksini iddia etmekle de bile bile Allah adına yalan söylemektedir.
Bu konularla ilgili olarak ayetlerden örnekler vermek suretiyle konuyu daha detaylandırmakta fayda vardır, Şöyle ki:
DİNİ TEBLİĞ OLAYINDA RESÛLLÜK ve VAHİY İLİŞKİSİ
Kûr'an'dan mealen:
- Seni de böylece, kendilerinden önce nice milletler geçmiş bulunan bir millete gönderdik ki (Erselnake-irsal ettik), sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Oysa onlar Rahman'a nankörlük ederler. De ki: "O (Rahman), benim Rabbimdir. O'ndan başka ilah yoktur. O'na dayandım, tövbem yalnız O'nadır." [t]
Görüldüğü gibi Nebilikle birlikte Resûlün İrsal edilmesi olayında, Risaletle birlikte görev olarak Dini Vahyin tebliği vardır. Risalet başka bir ifadeyle Resûllük dini tebliğde Nebilikten bağımsız olamaz. Zira başlangıç hareket noktasında görevlendirilen şahıs bu iki görevi beraber taşır. Bizzat kendisi yüz yüze tebliğ yapıyorsa konumu Resûl nebi konumudur, Vefat etmiş ise veya Vefat etmemiş olmasına rağmen bizzat kendisi tebliğ yapamıyorsa Risâletinin içeriğinde getirdiği dini vahy başkaları eliyle ulaştırılıyorsa bu durumda yalnız Resûllük konumu söz konusudur kendisi dışında Risâlet görevini ulaştıranlar hiçbir şekilde Resûllük vasfını kazanmazlar bu vasıf Allah tarafından Açıktan açığa net bir şekilde görevlendirilen şahsa aittir. Peygamberimizden örnek verecek olursam Resûl-Nebi vasfının sahibi yalnız Peygamberimiz Muhammed'dir, Kendisinden başka, Dini tebliğ yapan kimseler, Sahabeler dahil olmak üzere bütün Müminler ve Müslümanlar kıyamete kadar ne Nebilik Nede Resûllük vasfını alamazlar, Zira her iki vasıf ancak Allah tarafından seçilen şahsa direkt olarak verilmekle elde edilir. Resûllük ve Nebilik bağlantısıyla ilgili olarak diğer Peygamberlerden örnekler verecek olursam, Kurân'dan mealen:
- Sizden öncekilerin, Nuh kavminin, Ad ve Semud ile onlardan sonra gelenlerin haberi size gelmedi mi? Ki onları, Allah'tan başkası bilmez. Elçileri (Rusûlühüm) onlara apaçık delillerle gelmişlerdi de, ellerini ağızlarına götürüp (öfkelerinden ısırdılar) ve dediler ki: 'Tartışmasız, biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz ‘ürsiltümbihi-kendisiyle İrsal edildiğiniz' şeyleri inkâr ettik ve bizi kendisine çağırdığınız şeyden de gerçekten kuşku verici bir tereddüt içindeyiz.' [ü]
- Onlara: "Yalnız Allah'a kulluk edin!" diye önlerinden ve arkalarından elçiler (Rusûlü-Resuller) gelmişti. "Rabbimiz dileseydi, melekler indirirdi. Biz sizinle gönderilen mesajı tanımıyoruz." dediler. [v] [4]
İlgili Yayınlar
- Bahriye Üçok, "İslam Tarihinde İlk Sahte Peygamberler". Mars T. ve San. A.Ş. Matbaası, 1957, Ankara.
Dipnotlar
[a] (6/93)
[b] (En'am Suresi, âyet 112)
[c] (Buhârî, Ta'bir, 95.38, 6/2579)
[ç] (Sahih, 3/1069)
[d] (Megazi, 67.66)
[e] (Taberî, tarih, 2/281-282)
[f] (İbn Kesir, el-Bidaye, 6/331)
[g] (Taberî, tarih, 2/270-271)
[ğ] (Taberî, tarih, 2/225)
[h] (Taberî, tarih, 2/264)
[ı] (İbnu'l-Esir, el-Kâmil, 2/232)
[i] (4.23)
[j] (İbn Kesir, Tefsir, 1/472)
[k] 105/3
[l] 7/57
[m] 25/48
[n] 15/57
[o] 15/58
[ö] 19/19
[p] 6/61
[r] 47/26
[s] 47/27
[ş] 6/93
[t] 13/30
[u] 33/40
[ü] 14/9
[v] 41/14
Kaynaklar
[1] www.diniyazilar.com/dy/oku/792/sahte-peygamberler.htm
[2] Mustafa İslamoğlu, "Her Sahte Peygamber, Vahiy Aldığını İddia Etmiştir", 6 Kasım 200. www.mustafaislamoglu.com/yazidetay.php?Yazi_id=60&yazar=2
[3] Murat Bardakçı, "Sahte Bir Kadın Peygamber - Secâh". Hürriyet Gazetesi, 29 Ocak 2006
[4] www.teblig.net/index.php?topic=170.0