İnternetin en çok kullanılan para kazanma yöntemi

   
  gizliilimlerim
  Uzaylı Zülkarneyn Hakkında Bazı Düşünceler (2.Bölüm)
 


Zülkarneyn: Kuran'da Uzaya Seyahati Anlatılan İnsan, İskender Türe

Uzaylı Zülkarneyn Hakkında Bazı Düşünceler

Araş. Gör. Mustafa Öztürk

O.M.Ü. Sosyal Bilimler Enst.

1. Bölüm / 2. Bölüm

2. Değerlendirme: Zülkarneyn Anlatısının Tarihsel Değeri

Gelinen bu noktada “Zülkarneyn” konusuna ilişkin kanaatimizi belirtmekte fayda görüyor ve bu çerçevede öncelikle Zülkarneyn'den söz eden ayetlerin hangi sebep üzerine indiği meselesinin açıklığa kavuşturulması gerektiğini düşünüyoruz.

Konuyla ilgili ayetlere “yes'elûnek: sana soruyorlar.” diye başlanması, bu ayetlerin inişini önceleyen bir arka-planın olduğunu göstermektedir. Yani bu ayetler Hz. Peygamber'e birileri tarafından sorulan bir sorunun ardından inmiştir. Bu noktada, Zülkarneyn hakkında soru soran birilerinin kim oldukları ve niçin böyle bir soru sordukları son derece önem kazanmaktadır. Bütün rivayetler, bu soruyu soranların Yahudiler ya da Mekke müşrikleri olduğunu ifade etmektedir. Kehf suresinin Mekke'de indiği hatırlanacak olursa, soruyu soranların müşrikler olduğu ihtimali daha da kuvvetlenmektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, bu sorular her ne kadar müşrikler tarafından sorulmuş olsa bile, soruların kaynağında Medine Yahudileri bulunmaktadır. Nitekim Mekke müşrikleri, nübüvvet kurumunu tahrip etmeye yönelik başvurdukları çareler sonuçsuz kalınca, Yahudi din adamlarına sığınmışlar ve Nadr b. el-Haris ile Ukbe b. Ebî Muayt'i onlara yollamışlardır:

[Mekke müşrikleri] o ikisine şöyle dediler: Onlara Muhammed'i sorun; onun sıfatlarını anlatın, söylediklerini bildirin. Zira onlar, ilk dinî kitabın sahibidirler ve bizim bilmediğimiz peygamber kıssalarını bilmektedirler. Bu iki şahıs yola koyuldu ve Medine'ye vardılar. Yahudi alimlerine Allah'ın Rasulünü sordular, onun durumunu anlattılar, söylediklerinden bazılarını aktardılar ve şöyle dediler: “Sizler Tevrat ehlisiniz, bize bu kişiyle ilgili bilgi vermeniz için geldik.”. Bunun üzerine Yahudi din adamları şöyle dediler: “Size söyleyeceğimiz şu üç şeyi ona sorun. Şayet bu sorulara cevap verirse o, gönderilmiş bir elçidir. Yok eğer cevaplayamazsa yalancıdır; ona dilediğinizi yapabilirsiniz. Öncelikle, epeyce eski bir zamanda memleketlerinden kaçan gençlerin [Ashâb-ı Kehf] durumunu sorun; zira onların garip bir hikayeleri vardır. [İkinci olarak,] yeryüzünün doğu ve batısına ulaşmış olan gezgin şahsın [Zülkarneyn] haberini sorun. [Üçüncü olarak da] ruhun ne olduğunu sorun. Eğer bu soruların cevabını size verirse ona tabi olun; zira o bir peygamberdir. Yok eğer bu sorulara cevap veremezse o bir yalancıdır, ona dilediğinizi yapabilirsiniz..". Bunun üzerine Hz. Peygamber'e geldiler ve “Ey Muhammed! Garip hikayeleri olan ve geçmiş dönemde beldelerinden çıkmış bulunan gençleri, gezgin olan ve yeryüzünün doğusuna batısına ulaşan şahıs hakkında bilgi ver ve bize ruhun ne olduğunu bildir.” dediler. Hz. Peygamber, herhangi bir kayıt koymaksızın [Allah izin verirse demeksizin] “Bunları size yarın haber vereyim.” dedi ve onlar da çekip gittiler. Hz. Peygamber –belirtildiğine göre- on beş geceyi vahiysiz geçirdi ve Cebrâil gelmedi. Mekkeliler harekete geçtiler ve şöyle dediler: “Muhammed bize yarın diye vaatte bulundu; fakat, on beş gün geçmesine rağmen sorduklarımızın cevabını vermedi.”. Vahyin gecikmesi Hz. Peygamber'i üzdü ve Mekkelilerin dedikoduları kendisine dokundu. Derken Cebrâil, Allah katından Kehf suresini getirdi. Bu surede Mekkelilerin ifadelerine üzülmesi sebebiyle ona yönelik bir kınama da yer almaktaydı. Hz. Peygamber, Mekkelilerin sorduğu gençlerin ve gezgin adamın durumu ile ruh hakkında onlara bilgi verdi.[9]

Bu rivayetten de açıkça anlaşılacağı üzere, Mekkelilerin bu girişimi, Hz. Peygamber'in risâlet konusundaki doğrululuğunu test etmek; daha doğrusu, cevaplayamayacağını düşündükleri birtakım sorular sormak suretiyle onu sıkıştırmak ve bu suretle nübüvvet olgusunu tahrip etmeyi hedeflemektedir. Sorulan soruların kaynağında Medine Yahudilerinin bulunması, Zülkarneyn hikayesinin onlar nezdinde pekala bilindiğini göstermektedir. Nitekim Yahudilerin, “Eğer bu sorulara cevap verirse bilin ki o bir peygamberdir.” şeklindeki sözleri de bunun en somut delilidir. Belli ki bu söz, “Eğer bizim zihnimizde mevcut olan Zülkarneyn imajını resmederse o bir peygamberdir.” anlamına gelmektedir. Bu itibarla Zülkarneyn'den söz eden ayetler, nüzul dönemi Müslümanlarının bir ihtiyaç ya da merakını giderme sadedinde inmemiş, aksine Yahudiler tarafından formüle edilip müşrikler tarafından maksatlı olarak sorulan sorular karşısında Hz. Peygamber'in cevapsız kalmamasını temin amacına matuf olarak inzal edilmiştir. Dolayısıyla burada Allah'ın maksadı Zülkarneyn'i anlatmaktan çok, peygamberini, dolayısıyla da dinini korumaktır. Bunu yaparken de büyük olasılıkla Yahudilerin zihinlerindeki Zülkarneyn şablonu aktarılmış ve tabir caizse bu pasajda adeta “Madem Zülkarneyn'den soruyordunuz; işte size Zülkarneyn hakkında bilgi” denmek istenmiştir. Ancak Kur'an salt bir hikaye anlatmamış; dahası, Allah'a yakînen iman eden bir Zülkarneyn profili ekseninde her zaman olduğu gibi satır aralarına kendi mesajını yerleştirmiş ve bu çerçevede sembolik dilin hakim olduğu pasajda, “zulüm-azap, iman-salih amel ve mükafât” gibi, İslâm'ın özünü oluşturan iman-amel ilişkisine ait mesajlar uygun bir kontekst içerisinde muhatabın dikkatine sunulmuştur. Nitekim, Hz. Yûsuf'un, zindan arkadaşlarının rüyalarını tabir etmeden önce araya tevhîdî öğretiye ilişkin birtakım mesajlar sıkıştırmasında da aynı durum söz konusudur.[10] Bu açıdan bakıldığında, söz konusu pasajda, insanın bu dünyaya yönelik tüm uğraş ve didinmelerinin geçici olduğunu unutmadığımız; zamana ve zevâhire ilişkin tüm sınırların ötesinde olan Allah'a karşı nihai sorumluluğumuzun bilincinde olduğumuz sürece dünyevî hayat ve iktidarın manevî-rûhânî selametle çatışmak zorunda olmadığına yönelik birtakım işaretler bulmak mümkündür.[11] Esasen burada önemli olan, Kur'an'da sunulan Zülkarneyn imajının Allah'ın birliğine yakînen inanan biri olarak karşımıza çıkmasıdır. Zaten Kur'ânî temsîle derinlik kazandıran da onun bu yönüdür. Bu noktadan hareketle, Kur'an'da bahsi geçen Zülkarneyn lakabının, tarihsel bir kimliği temsil etmek gibi bir zorunluluk içermediğini söylemek mümkündür.

Burada bir kez daha tekrar edecek olursak, bu pasajda nüzul dönemi Yahudilerinin, Hz. Peygamber'in nübüvvetine halel getirme amacına matuf olarak, hakkında birtakım mitolojik tasavvurlara sahip oldukları Zülkarneyn'e dair sordukları soruya Kuran'ın öğretisine uygun bir Zülkarneyn portresiyle Allah tarafından cevap verilmiş ve tamamen sembolik bir dille formüle edilen bu cevap kapsamında, dünyevî güç ve iktidar problemi çerçevesinde, Kur'an'da çok önemli bir yer tutan iman, salih amel ve mükafâttan müteşekkil bir ahlâkî mesaja göndermede bulunulmuştur.

Bu itibarla, Kur'an'daki anlatıların okunmasında önemli olan mantuk değil, mefhum, yani muhataba verilmek istenen ilham ya da mesajdır. Bu anlayış esas alındığı takdirde, Zülkarneyn'in tarihsel bir şahsiyet olup olmadığı konusu çok fazla bir önem arz etmeyecektir. Kur'an hidayete yönelik bir mesaj kitabı olduğuna göre, bu kitapta bütün insanların muhatap alınması esastır. Bütün insanları muhatap alan bir mesajda da, şematik ve pratik davranmaktan, o insanların sahip olduğu değerleri kullanmak yani mesajı iletmeye yönelik enstrümanları o toplumun özellerinden seçmekten daha doğal bir şey olamaz.

Bu noktada, Kuran'ın Zülkarneyn'e ilişkin anlatı tarzını, hangi istasyondan sonra hangisinin geldiğini gösteren metro üzerindeki diyagrama benzetmek mümkündür. Şöyle ki, söz konusu diyagram, aslında realiteye aykırı çizilmiştir. Zira, gerçekte istasyonlar arasındaki mesafe eşit değildir; keza istasyonlar diyagramdaki gibi dümdüz bir çizgi üzerinde yer almazlar ve yine yuvarlak şekilde de ifade edilemezler. Ne var ki, realiteye ilişkin bütün bu aykırılıklara rağmen, metroya binen bir insan için o diyagram yeterli bir rehber ya da hidayettir. Eğer o insan, bu diyagrama bir haritacı gözüyle bakarsa, kuşkusuz bundan çok yanlış sonuçlar çıkaracaktır.[12] Konuya bu örnek penceresinden bakıldığında, Zülkarneyn'in tarihsel bir şahsiyet olmadığı noktasında ortaya çıkan endişe ve telaşların aslında yersiz olduğu anlaşılacaktır.

Bir an için Zülkarneyn'in tarihsel bir şahsiyet olduğu kabul edilse bile, bahse konu olan ayetler nazil olduğundan bugüne değin Zülkarneyn'in tarihsel kimliği, nereye yolculuk yaptığı, niçin yaptığı konusunda sahabe ve tabiîn de dahil olmak üzere hiç kimsenin kesin bir kanaat belirtememesi; diğer taraftan, konuyla ilgili rivayetlerin büyük ölçüde Ka‘bu'l-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi isrâiliyyât kaynaklarına dayandırılması ve bu rivayetlerdeki bilgilerin tamamına yakınının mitik motiflerle örülmesi, söz konusu kabulün gerçekte varsayımdan öte bir değer taşımadığını ortaya koymaktadır. Kaldı ki, pek çok İslâm âliminin Zülkarneyn olarak telakki ettikleri İskender-i Zülkarneyn aslında bir efsanedir. Nitekim Ahmet Yaşar Ocak, bu konuyla ilgili şunları söylemektedir: “Ortaçağ İslam dünyâsında İskender-i Zülkarneyn hikâyesinin son derece yaygın olduğu anlaşılıyor. Bu büyük efsanenin, aslında İslâm mitolojisine daha eski çağlardan itibaren intikal ettiği muhakkaktır. Başlangıçta hiç şüphesiz doğuda ve batıda büyük seferler yapmış, zaferler kazanmış şöhretli bir fatih olması dolayısıyla, Büyük İskender'in adı etrafında teşekkül eden bu efsanenin, yayıldığı yerlerde pek çok mahalli unsuru da alarak zenginleştirdiği muhakkaktır. Milattan önceki dönemde teşekkül etmeye başlayan ve anonim Pseudokalisthenes kitabına geçen Grekçe bu kompleks efsanenin, Milattan sonra üç yüz yılları civarında tamamlanmış bulunduğunu, konuyla uğraşan mütehassıslar belirtiyorlar. Efsâne Süryanice'ye de aktarılmış, Süryanice metinde İskender'e “İki boynuzlu” lakabı da eklenmiştir. Arapça'daki “Zülkarneyn”in bunun tercümesi olduğu ileri sürülür. Süryanice versiyonun en geniş versiyon olduğu bilinmektedir. İşte böylece efsane gerek Orta Doğu'daki gayri Müslim halklar arasında, gerekse onlar aracılığıyla Müslüman halklar arasında benimsenip yazıya bile geçirildi. IX. yüzyıldan itibaren tefsir yazarları ellerinin altında böyle bir şifâhî ve yazılı malzemeyi hazır buldular ve bunu geniş ölçüde kullandılar. Tefsir kaynakları üzerinde yapılacak basit bir mukayese bunu açığa çıkarmak için yeterlidir.”[13]

Ne var ki bazı İslâm âlimleri, tarihsel bir şahsiyet olduğu peşin kabulünden hareketle, Zülkarneyn'in İskender, özellikle de Aristo'nun öğrencisi müşrik Makedonyalı İskender olamayacağını; zira Zülkarneyn'in salih bir kul ve Hızır'ın da kendisine vezirlik yaptığı bir kral olduğunu belirtmek suretiyle[14] onun kimliğini Kur'an'daki nitelemelere uygun hale getirmeye çalışmışlardır. Ancak bazı rivayetlerde Zülkarneyn'in veziri olarak takdim edilen Hızır'ın kimliğini araştırdığımızda, aslında onun da bir muhayyel şahsiyet olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim, bunun desteksiz bir iddia olmadığını teyit sadedinde Hızır'ın kim olduğuna dair ileri sürülen görüşleri sıralamak kâfî gelecektir.

İslâmî gelenekte Hızır'ın tarihsel kimliğe sahip bir insan olduğu hususunda sağlanan ittifak, doğal olarak onun isminin ve soyunun belirlenmesi ihtiyacını doğurmuştur. Ne var ki, insan olduğu konusunda hemfikir olan İslâm âlimleri, onun lakabının kaynağı[15] konusunda anlaşamadıkları gibi ismi[16] ve kimin soyundan geldiği konusunda da anlaşamamışlar ve sonunda –tespit edebildiğimiz kadarıyla- çoğu isrâiliyyât kaynaklı otuz görüş ileri sürmüşlerdir:

ı. Mukâtil b. Süleymân, Dahhâk ve İbn Abbas kanalıyla gelen bir rivayete göre Hızır, Hz. Âdem'in oğludur.[17]

ıı. Ebû Hâtim es-Sicistânî'nin rivayetine göre Hz. Âdem'in çocuklarından Kâbil'in oğludur.[18]

ııı. Vehb b. Münebbih'e göre Hz. Nuh'un oğlu Sâm'ın soyundan olup tam adı Belyâ b. Melkân b. Fâliğ b. Sâlih b. Âmir b. Erfahşed b. Sâm b. Nuh'tur.[19]

ıv. İsmâil b. Üveys'ten nakledildiğine göre adı Ma'mer b. Mâlik b. Abdullah b. Nasr b. Ezd'dir.[20]

v. İbn Kuteybe'nin naklettiği bir rivayete göre adı Amâyil b. Nûr el-Îys b. İshak'tır.[21]

vı. Kelbî, Ebû Sâlih, Ebû Hureyre ve İbn Abbas kanalıyla gelen bir rivayete göre Hz. Musa'nın kardeşi Harun'un soyundandır.[22]

vıı. Bir rivayete göre adı Ermiyâ (İrmiyâ) b. Halkiyâ'dır.[23]

vıı. Aynî'nin Buhârî şerhindeki bir rivayete göre adı Ahmed'dir.[24]

ıx. İbrahim (a.s.)'in dördüncü oğludur.[25]

x. Yâfes'in oğludur.[26]

xı. Hz. İshak'ın torunlarından Hazrun b. Amâyil'dir.[27]

xıı. Bir rivayete göre adı Hadır b. Ârmiyâ veya Hadır b. Firavun'dur.[28]

xıı. Muhammed b. Eyyüb'ün İbn Lehîa'dan naklettiğine göre Firavun'un kızının oğludur.[29]

xıv. Nakkâş'ın bir rivayetine göre bizzat Firavun'un oğludur.[30]

xv. Mukâtil b. Süleyman'dan gelen bir rivayete göre o, Elyesa'dır.[31]

xvı. Hz. İlyas'tır.[32]

xvıı. Taberî'de geçen bir rivayete göre Hz. İbrahim'le birlikte Bâbil'e hicret eden müminlerden birinin oğludur.[33]

xvııı. Zülkarneyn'in veziri ve onun teyzesinin oğludur.[34]

xıx. Hz. İlyas'ın kardeşi Mâlik'in oğludur.[35]

xx. Süddî'den nakledildiğine göre Hz. İlyas ile kardeştir.[36]

xxı. Kral Efridun (Feridun) b. Esfiyâ'nın hüküm sürdüğü dönemde veya ondan önce yaşamış biridir.[37]

xxıı. Firavun zamanındaki İsrâiloğulları peygamberlerinden biridir.[38]

xxııı. Übey b. Ka'b'tan gelen bir rivayete göre, Firavunlar döneminde Mısır'da yaşayan İsrâiloğullarından biridir.[39]

xxıv. Abdullah b. Şevzeb'ten gelen bir rivayete göre İran asıllıdır.[40]

xxv. Annesi Rum babası İran asıllıdır.[41]

xxvı. Babası Rum annesi İran asıllıdır.[42]

xxvıı. Zâhid hükümdarlardan birinin oğludur.[43]

xxvııı. Fârisoğullarından olup, Şiraz'a iki fersah mesafede bir köyde doğmuş; ancak o köy bugün [XV. yüzyıl] fiilen ortadan kalkmıştır.[44]

xxıx. Dünyada bin yıl hüküm sürmüş olan Dahhâk'ın oğludur.[45]

xxx. Nevevî'nin belirttiğine göre künyesi Ebü'l-Abbâs'tır.[46]

Bu manzara, Hızır hakkında ileri sürülen görüşlerin de sonuçta “gayb-ı taşlama”dan öte gitmediğini göstermektedir. Şu halde, gerek Zülkarneyn'in ve gerekse klasik tefsirlerin onunla irtibatlandırdığı Hızır'ın kim olduğu ve ne zaman yaşadığı sorusunun net bir cevabı yoktur.[47] Nitekim Hz. Peygamber'in, kendisine Zülkarneyn'in kim olduğu sorulduğunda, “O bir peygamber mi yoksa bir kral mı olduğunu bilmiyorum”[48] şeklinde cevap vermiş olması da son derece manidardır. Ne var ki, Kur'an'da yaşanmamış hiçbir olaya yer verilmeyeceği şeklindeki genel kabulden ötürü, bu ayetlerin medlulleri, -ne tuhaftır ki- yine efsanelerle belirlenmeye çalışılmış; ancak bütün bu efsânevî bilgilere rağmen medluller belirlenemeyince, Sirâcüddîn el-Ûşî el-Fergânî (ö. 579/1173) gibi bazı âlimler, nihâî çözümü, “Lokman'la birlikte Zülkarneyn hakkında münakaşadan sakının”[49] demekte bulmuşlardır. İskender Türe ise, günümüz Müslümanlarının, her ne kadar anlamasalar da genellikle anlaşıldığını varsayarak okuyup geçtikleri bu pasajlardaki müphemliği ortadan kaldırma adına bir girişimde bulunmuş; ancak o da, bahse konu ayetlerde anlatılanları yaşanmış bir gerçeklik olduğu kabulünden ötürü Zülkarneyn'in tarihsel kimliğini araştırmak zorunda kalmıştır. Mevcut rivayetlerden hareketle bunun tam olarak belirlenmesinin imkansızlığını fark ettiğinde ise, “Zülkarneyn'in kim olduğunu değil, hangi devirde yaşamış, nasıl bir kimse olabileceğini düşünmek kanaatindeyiz” (s. 102-3) cümlesiyle vaziyeti kurtarmaya çalışmıştır. Bununla birlikte, Zülkarneyn'in uzaya yolculuk yaptığı tezini desteklemesinden ötürü, bu şahsiyetin Tevrat kaynaklı Hanok (İdris) olabileceği ihtimalini, en kuvvetli ihtimal olarak değerlendirmiş ve böylece zımnen de olsa Zülkarneyn'i İdris (a.s.) ile özdeşleştirmiştir. Ancak, gerek Tevrat'ta gerekse isrâiliyyâttan beslenen İslâmî kaynaklarda “gözden kaybolduğu ya da göğe çıkarıldığı" ifade edilen “İdris” portresinin uzaylı Zülkarneyn'e pek uymaması sebebiyle, klasik tefsirlerde İdris (a.s.) hakkında nakledilen rivayetleri değerlendirmeye almamıştır. Zira Tevrat'ta “Hanok Allah ile yürüdü ve gözden kayboldu; çünkü onu Allah aldı”[50] şeklinde müphem bir ifade yer almakta; İslâm kaynaklarında ise, “Allah'ın onu alması”, “cennete ya da dördüncü, altıncı veya yedinci göğe” çıkarması şeklinde açıklanmakta ve bu çerçevede Türe'nin Zülkarneyn kurgusuna uymayan muhtelif hadiselerden söz edilmektedir.[51]

Son söz

Kur'an'da yaşanmamış bir olayın yer almayacağı yönündeki genel kabulden hareketle Zülkarneyn'e tarihte bir yer bulmaya çalışan geçmiş dönem alimleri, bu yeri mitolojik rivayetlerde ararken, aslında onun tarihsel bir şahsiyet olmadığını zımnen kabullendiklerinin farkına varmamışlardır. Oysa bu ayetlerin inişini önceleyen sebep göz önüne alındığında, Kuran'ın Zülkarneyn'i anlatmadaki amacının, onun tarihsel bir şahsiyet olup olmadığı sorunuyla bir ilgisinin bulunmadığı, dolayısıyla ona tarihte yer aramanın boş bir uğraş olduğu hususu kendiliğinden anlaşılmaktadır.

Aynı genel kabulden hareket eden Türe'ye gelince; o da bütün çabalarına rağmen Zülkarneyn'in kim olduğunu, nerede ve ne zaman yaşadığını belirleyememiş; ancak bir dönem tarihin derinliklerinde yaşadığı varsayılan müphem bir şahsiyeti, milâdî yedinci yüzyılın Arapça'sına ait ‘sebeb' kelimesine bindirerek uzaya çıkarmayı başarmıştır. Nitekim onun bu girişimi sayesinde İslâm tefsir literatürü, milenyuma özgü bilimsel kurgular ve fantezilerden oluşan yeni bir terim daha kazanmıştır: Bilim-Kurgusal Tefsiri.

Kaynaklar ve Dipnotlar

* Bu rivayet, Ebû Nuaym ve diğer bazı alimler tarafından Abdurrahman b. Ziyâd b. En'am'dan nakledilmiştir. Bknz. Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrâhmân, el-İtkân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Beyrut, ts., II, 163.

[1] Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usûlü, Ankara, 1983, s. 87.

[2] Ayetlerin meali, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan bir komisyon tarafından hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan (Ankara, 1997) “Kur'ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli”nden verilmiştir.

[3] Türe, İskender, Zülkarneyn: Kur'an'da Uzaya Seyahati Anlatılan İnsan, Karizma Yay., III. Baskı, İst., 2000, s. 15.

[4] Bakara 2/189.

[5] Özsoy, Ömer, Sünnetullah: Bir Kur'an İfadesinin Kavramlaşması, Ankara, 1994, s. 81.

[6] Bkz. Faruqı, İsmail Racî, “Kur'an'ın Yorumunda Yeni Bir Metodolojiye Doğru”, (çev. Mehmet Paçacı), İslâmî Araştırmalar, Cilt: 7, Sayı: 3-4, Ankara, 1994, s. 308.

[7] Özsoy, Sünnetullah, s. 81.

[8] Bkz. Bakara, 2/189.

[9] İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü'n-Nebeviyye, tahk. Tâhâ Abdurraûf Sa'd, Beyrut, 1975, I. 266.

[10] Bkz. Yûsuf, 12/36-41.

[11] Esed, Muhammed, Kur'an Mesajı: meal-tefsir, çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İst., 1997, II, 583.

[12] Bu örneği, Hikmet Zeyveli'den ödünç aldığımızı burada belirtmek isteriz. Bkz. Kur'an Kıssalarının Anlam ve Değeri, Fecr Yay., Ankara, 1998, s. 203-4.

[13] Ocak, Ahmet Yaşar, İslâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara, 1990, s. 55-6. Ocak ayrıca şu önemli tespitin de altını çizmektedir: “Aslına bakılırsa, gerek ona [Friedlaender'e], gerekse Wensinck ve Massignon'a kıssanın İskender efsanesiyle alâkasını takviye eden ipuçlarını, aşağıda görüleceği üzere, müfessir, muhaddis ve tarihçilerin bu efsaneden yaptıkları aktarmalar ve Kur'ân-ı Kerim'deki Zü'l-Karneyn kıssasının sağladığı açıkça görülüyor. Zü'l-Karneyn kıssasında gerçekten, efsânedeki gibi, onun Karanlıklar ülkesine (Zulumât ) diyarında yaptığı seyahatten söz edilmekte, fakat kim olduğuna dair herhangi bir şey belirtilmemektedir.” Ocak, a.g.e. , s. 55.

[14] Örnek olarak bknz. İbn Kesîr, Ebü'l-Fidâ İsmâîl, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut, 1977, II, 95-103.

[15] Hızır'ın niçin bu lakapla anıldığı konusunda şu görüşler ileri sürülmüştür: (i) Oturduğu kuru toprak zemin yeşillendiği için; (ii) Cennet pınarından içtiği için; (iii) Âb-ı hayata (hayat suyu) dalmak suretiyle yeşil bir renk kazandığı için; (iv) Yüzü parlak ve yaratılışı güzel olduğu için; (v) Namaz kıldığında etrafı yeşillendiği için; (vı) Etrafı yeşillik olan bir yere oturduğunda elbisesi yeşil bir renk kazandığı için. Bu görüşler için bknz. Buhârî, Sahîh, “Enbiyâ”, 29; Tirmizî, Sünen, “Tefsir” 19; Aynî, Bedreddîn Ebû Muhammed Mahmûd, Umdetu'l-Kârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî, Beyrut, ts., XV, 299; Taberî, Ebû Ca'fer Muhammed b. Cerîr, Târîhu'l-Ümem ve'l-Mülûk, Beyrut, ts. I, 194; İbn Kesîr, a.g.e., I, 327; Makdisî, Mutahhar b. Tâhir, el-Bed' ve't-Târîh, nşr. Cl. Huart, Bağdat, ts., III, 78; Wensinck, “Hızır”, İA, İst., 1993, V/I, 461; Nevevî, Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn b. Şeref, Tehzîbü'l-Esmâ ve'l-Lüğât, Beyrut, ts., I, 176; 147.

[16] Başta hadisler olmak üzere tüm kaynaklarda kıssada sözü edilen bilge kulun isminin “Hadır” olduğu belirtilmiştir. Esasen “Hadır” bir isim değil lakaptır. Bknz. Nevevî, a.g.e., I, 176. Arapça kaynaklarda Hadır/Hadr/Hıdr şeklinde geçen ve Arapça kökenli olduğu kabul edilen kelime Türkçe'de Hızır ve Hıdır şeklinde kullanılmaktadır. Hadır, ‘yeşil, yeşilliği çok olan yer' anlamındadır. Bazı müsteşrikler Hızır isminin menşeinin Ahd-i Atik'te yer alan “İşte adı Filiz olan adam; ve o durduğu yerden filizlenecek ve Rabb'in mâbedini yaptıracaktır” (Kitâb-ı Mukaddes, Zekarya, 6/12) ifadesiyle irtibatlı olduğunu ileri sürmüşler; diğer bazı müsteşrikler ise bu kelimenin Arapça kökenli değil, bilakis Gılgamış destanında yer alan Gılgamış'ın atası Hasistra veya Hasisatra'nın Arapçalaşmış şekli olduğunu savunmuşlardır. Friedlaender ise, Hızır isminin İskender efsanesine benzeyen Glaukos (yeşil) masalı ile alakalı olduğunu ve efsane Arapça'ya uyarlanırken bu ismin ‘Hadır' şeklinde çevrildiğini ileri sürmüştür. Bu konuda bknz. Çelebi, İlyas, “Hızır”, DİA, İst., 1998, XVII, 406; Wensinck, a.g.md., İA, V/I, 461; Ocak, a.g.e., s. 61.

[17] İbn Hacer el-Askalânî, Ebü'l-Fazl Ahmed b. Ali, el-İsâbe fî Temyîzi's-Sahâbe, Beyrut, t.y., I, 115. İbn Hacer, bu rivayeti, isnadındaki bazı problemlerden dolayı zayıf olarak nitelemiştir.

[18] İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[19] Taberî, a.g.e., I, 188; İbn Kesîr, a.g.e., I, 326; İbnü'l-Esîr, Ebü'l-Hasen Ali b. Muhammed, el-Kâmil fi't-Târîh, Beyrut, 1965, I, 160; Nevevî, Yahyâ b. Şeref, Sahîhu Müslim bi Şerhi'n-Nevevî, Beyrut, ts., XV, 136; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[20] İbn Kesîr, a.g.e., I, 326; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[21] İbn Kuteybe, Abdullah b. Müslim, el-Maârif, nşr. Servet Ukkâşe, Kahire, 1960, s. 42; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[22] İbn Hacer, a.g.e., I, 115; İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 160.

[23] Taberî, a.g.e., I, 188; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[24] Aynî, a.g.e., II, 59.

[25] Aynî, a.g.e., XV, 299.

[26] Aynî, a.g.e., XV, 299.

[27] İbn Kesîr, a.g.e., I, 326.

[28] İbn Kesîr, a.g.e., I, 326.

[29] İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[30] İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[31] Makdisî, a.g.e., III, 78; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[32] İbn Kesîr, a.g.e., I, 326.

[33] Taberî, a.g.e., I, 188; İbn Kesîr, a.g.e., I, 326; İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 160; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[34] Makdisî, a.g.e., III, 78.

[35] İbn Kesîr, a.g.e., I, 326; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[36] İbn Kesîr, a.g.e., I, 330.

[37] Taberî, a.g.e., I, 188; İbn Kesîr, a.g.e., I, 326; İbn Hacer; a.g.e., I, 115; İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 160.

[38] İbn Kesîr, a.g.e., I, 326; İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 160.

[39] İbn Mâce, es-Sünen, “Fiten”, 23.

[40] Taberî, a.g.e., I, 188; İbnü'l-Esîr, a.g.e., I, 160.

[41] Taberî, a.g.e., I, 188; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[42] Taberî, a.g.e., I, 188; İbn Hacer, a.g.e., I, 115.

[43] Beğavî, Ebû Muhammed Hüseyin b. Mes‘ûd, Meâlimü't-Tenzîl, tahk. Hâlid Abdurrahmân el-Akk-Mervân Suvâr, Beyrut, 1995, III, 172.

[44] Lâmî Çelebi, Nefehâtü'l-Üns: Evliyâ Menkıbeleri, Haz.: S. Uludağ,-M. Kara, İstanbul, 1995, s. 92.

[45] İbn Kesîr, a.g.e., I, 299.

[46] Nevevî, a.g.e., I, 176. Ocak, Hızır'ın Himyerî aşiretinden Benî Bekkâl boyuna mensup bulunduğu şeklinde bir bilgiden söz etmekte ve bu bağlamda Nevevî'nin Müslim şerhini kaynak göstermektedir. Bkz. Ocak, a.g.e., s. 63. Halbuki, onun kaynak gösterdiği yerde, bu soy kütüğü Hızır'a değil, kıssada zikri geçen Musa'nın Hz. Musa olmadığını iddia eden Nevf el-Bikkâlî'ye nispet edilmektedir. Bknz. Nevevî, Sahîhu Müslim bi Şerhi'n-Nevevî, Beyrut, ts., XV, 136.

[47] M. Hamidullah Musa-Hızır kıssasına ilişkin şunları söylemektedir: “Bu kıssadan çıkarılacak hisse, kimsenin her şeyi bilmediğidir; hattâ en âlim kimselerin bile kendi tetkik alanına girmediği için bilmediği bazı şeyler vardır. Dinî mukaddes kitaplarda böyle birtakım kıssalar bulunur; bunların muhakkak tarihî gerçek olaylar olması gerekmemektedir. “Canlanan balık kıssası”, bir yerde Büyük İskender'in aşçısına ve bundan eski olarak Gılgamış Destanı'na bağlanır (...) Bu kıssada geçen Musa adının, ne efsane kahramanı Gılgamış ve ne de Peygamber Musa adlarının Arapça'daki bir ifadesi olduğuna dair Kur'an'da açık-seçik bir bilgi yoktur. Tevrat metninde ise Musa peygamberle ilgili olarak böyle bir kıssa geçmemektedir. Fakat bu Musa'nın peygamber Musa olduğunu reddetmek için, bu gerçek, tek başına bir delil teşkil etmez. Az önce de belirttiğimiz gibi, bu tarz kıssalarda mühim olan, olayların gerçekten cereyan etmiş tarihî vakalar olup olmadığı değil, insanlara verilmek istenen derstir.” Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İst., 1993, I, 568.

[48] Bkz. Nâsıf, Mansur Ali, et-Tâc el-Câmiu'l-Usûl fî Ehâdîsi'r-Rasûl, Kahire, 1962, III, 302.

[49] Bkz. Furat, A. Suphi, “Zül-Karneyn”, İA, M.E.B. Yay., İst., 1993, XIII, 652.

[50] Kitâb-ı Mukaddes, Tekvin, 5/21-24.

[51] Bkz. Beğavî, a.g.e., III, 199-200; İbnü'l-Cevzî, Ebü'l-Ferec Cemâlüddîn Abdurrahmân, Zâdü'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, Beyrut, 1987, V, 241;

Alıntı: www.dinbilimleri.com/dergi/cilt1/sayi1/M_Ozturk_Zulkarneyn.htm

 
   
 

İnternetin en çok kullanılan para kazanma yöntemi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol